Düşük mineralli sudan (Demineralize su)neredeyse hiç kalsiyum ve magnezyum alınmaz Hem kalsiyum hem de magnezyum temel minerallerdir. Kalsiyum kemiklerin ve dişlerin önemli bir bileşeni olmanın yanı sıra nöromüsküler uyarıla bilirlikte de rol oynar (örn., miyokard sistemin düzgün işlemesini, kalp ve kas kasılmasını [kontraktilite], miyokardial hücreler arasında bilgi aktarımı ve kanın pıhtılaşmasını azaltır). Magnezyum ise glikoliz, ATP [adenozin trifosfat] metabolizması, sodyum, potasyum ve kalsiyum gibi elementlerin zarlar arasında dolaşmasında, protein ve nükleik asit sentezinde, nöromüsküler uyarılabilirlik ve kas kontraksiyonu da dahil olmak üzere üç yüzden fazla enzim reaksiyonunda kofaktör ve aktivatör olarak önemli bir rol oynar.
Vücudumuza giren kalsiyum ve
magnezyumun en büyük kaynağı içme suyu olmamakla beraber, bu elementlerin
alımının içme suyu ile desteklenmesinin sağlık açısından değeri bu elementlerin
toplam günlük alım oranı şeklinde ifade edilen besinsel katkısından ağır
basabilir. Sanayileşmiş ülkelerde bile, kalsiyum ve magnezyum miktarı
bakımından yetersiz sayılmayacak diyetler içme suyunda kalsiyum ve özellikle
magnezyum eksikliğini tam olarak kapatmaz.
1960’ların başından bu yana,
dünyanın dört köşesinde birçok ülkede yürütülen epidemiyoloji çalışmaları
yumuşak suyun (kalsiyum ve magnezyum içeriği düşük su) ve magnezyum seviyesi
düşük suyun, sert su ve magnezyum seviyesi yüksek su ile karşılaştırıldığında,
kalp ve damar hastalıkları kaynaklı rahatsızlık ve ölümler ile ilişkili
olduğunu ortaya koymuştur. Salgın hastalıklara ilişkin bulgular son yıllarda
yayınlanan makalelerde (Sauvant ve Pepin 2002; Donato ve diğ. 2003; Monarca ve
diğ. 2003; Nardi ve diğ. 2003) gözden geçirilmiş, elinizdeki çalışmanın başka
bölümlerinde (Calderon ve Craun, Monarca ve diğ.) özetlenmiştir.
Yakın tarihli çalışmalar yumuşak suyun, yani kalsiyum içeriği düşük suyun, çocuklarda kırıklarda (Verd Vallespir ve diğ. 1992), bazı nörodejeneratif hastalıklarda (Jacqmin ve diğ. 1994), erken doğum ve düşük doğum kilosunda (Yang ve diğ. 2002) ve bazı kanser türlerinde (Yang ve diğ. 1997; Yang ve diğ. 1998) riskin artmasına neden olduğunu öne sürmektedir. Ani ölüm riskinin artmasının yanı sıra (Eisenberg 1992; Bernardi ve diğ. 1995; Garzon ve Eisenberg 1998), magnezyum içeriği düşük su tüketiminin motor nöron hastalıklarına (Iwami ve diğ. 1994), preeklamsi olarak bilinen hamilelik sorunlarına (Melles ve Kiss 1992) ve bazı kanser türlerine (Yang ve diğ. 1999a; Yang ve diğ. 1999b; Yang ve diğ. 1999c; Yang ve diğ. 2000) ilişkin riskin artmasına neden olabileceği görülmektedir.
Sovyet şehirlerinden
Shevchenko’da yürütülen araştırmalar, TÇM ve kalsiyum içeriği düşük tuzlardan
arındırılmış su (kireçtaşından geçirilerek filtrelenmiş damıtılmış su)
tüketilen bir nüfusta kalsiyum metabolizmasında meydana gelen değişimler
üzerine spesifik bilgi sağlamaktadır. Yerel nüfusun alkalen fosfataz
aktivitesinin düştüğü, plazmada kalsiyum ve fosfor konsantrasyonlarının
azaldığı ve kemik dokusu dekalsifikasyonunun arttığı gözlenmiştir.
Bu değişimler en belirgin olarak
kadınlarda, özellikle de hamile kadınlarda gözlenmiş, değişimlerin
Shevchenko’da ikamet süresine bağlı oldukları ortaya çıkmıştır (WHO 1980;
Pribytkov 1972; Rakhmanin ve diğ. 1973). Gıda değeri ve tuzlar açısından
yeterli nitelikte beslenmekle birlikte tuzdan arındırılmış ve 400 mg/l çözünmüş
madde ile 5 mg/l, 25 mg/l, 50 mg/lralığında kalsiyum eklenmiş su verilen
fareler üzerinde yürütülen bir yıl süreli bir araştırma da sudan alınan
kalsiyumun önemini doğrulamaktadır (WHO 1980; Rakhmanin ve diğ. 1976). 5 mg/l
kalsiyum eklenmiş su verilen deneklerde, daha yüksek dozların verildiği
hayvanlara oranla, tiroid ve bağlantılı fonksiyonlarda azalma olduğu
görülmüştür.
İçme suyunda genellikle bulunan
pek çok kimyasalın etkisi uzun süreli tüketimden sonra görülmesine rağmen,
kalsiyumun ve özellikle de magnezyumun kalp ve damar sistemi üzerindeki
etkilerinin daha kısa süreli tüketimi yansıttığı düşünülmektedir. Sadece birkaç
aylık tüketim magnezyum ve/veya kalsiyum içeriği düşük suyun etkileri için yeterli
süre olabilir (Rubenowitz et al. 2000). Kısa dönem tüketimin etkilerini
göstermek açısından 2000-2002 döneminde ev musluklarında içme suyunun nihai
işlemden geçmesinde ters osmoz sistemini kullanmaya başlayan Çek ve Slovak
nüfusları ele alınabilir. Sadece haftalar ve aylarla ölçülebilecek bir zaman
dilimi içinde akut magnezyum (ve muhtemelen kalsiyum) yetersizliğini akla
getiren muhtelif sağlık sorunları bildirilmiştir (NIPH 2003). Söz konusu
şikâyetler arasında kalp ve damar bozuklukları, yorgunluk, halsizlik ve kas
krampları sayılabilir. Bu şikâyetler German Society for Nutrition [Alman Besin
Birliği] uyarısında sıralanan semptomlar ile aynıdır.
Düşük mineralli sudan (Demineralize su) bazı gerekli elementlerin ve mikro elementlerin yetersiz alınması
İçme suyu, bazı istisnalar
dışında, insanlar için gereken temel elementlerin ana kaynağı olmamakla
birlikte, katkısı pek çok açıdan önem taşır. Günümüzde pek çok kişinin beslenme
biçimi mineral ve mikro-element açısından yeterli olmayabilir. Belli bir
elementin yetersizlik sınırında bulunması durumunda, söz konusu elementin
nispeten düşük oranda bile olsa içme suyu vasıtasıyla alınması önemli bir
koruyucu rol oynar.
Bunun nedeni elementlerin suda
genellikle serbestiyonlar şeklinde bulunması sebebiyle, çoğunlukla başka
maddelere bağlı oldukları yemeklere kıyasla, daha çabuk emilmeleridir.
Hayvanlar üzerinde yürütülen çalışmalar, aynı zamanda, suda mikro miktarlarda
bulunan bazı elementlerin önemini de açığa çıkartmaktadır. Örneğin, Kondratyuk
(1989) mikro-element alımındaki tek bir farklılığı kas dokusu içeriğinde altı
kat değişim meydana gelmesi ile ilişkilendirmektedir.
Bu sonuca altı ay süresince dört
gruba ayrılarak
- musluk
suyu, - düşük
mineral içerikli su, - musluk
suyunda iyodür, kobalt, bakır, mangan, molibden, çinko ve florür katkılı düşük
mineral içerikli su, - aynı
elementlerin on kat daha yoğun eklendiği düşük mineral içerikli su verilen
fareler üzerinde yapılan deney ile varılmıştır. Üstelik katkısız düşük mineral
içerikli suyun kan oluşumu süreci üzerinde olumsuz etkide bulunduğu
görülmüştür.
Katkısız düşük mineral içerikli
su verilen hayvanlarda alyuvar içeriğindeki ortalama sülfat miktarı musluk suyu
verilenlere oranla yüzde 19’a kadar daha az çıkmıştır. Katkılı su verilen
hayvanlarla karşılaştırıldığında hemaglobin değerlerindeki farklar daha da
fazladır. Farklı TÇM oranları içeren su temin edilen Rus nüfusları arasında bir
ekolojik tasarım üzerine yapılan yakın tarihli epidemiyolojik çalışmalar düşük
mineral içerikli suyun yüksek tansiyon ve koroner kalp hastalığı, gastrik ve
duodenal ülser, kronik gastrit, guatr, hamilelikte görülen komplikasyonlar,
yeni doğanlarda ve bebeklerde sarılık, anemi, kırık ve büyüme bozuklukları gibi
muhtelif komplikasyonlar yönünde riski artırdığını düşündürmektedir (Mudryi
1999). Ancak, bu çalışmalarda gözlenen etkilerin kalsiyum ve magnezyum ya da
başka elementlerin eksikliğinden mi yoksa başka faktörlerden mi kaynaklandığı
kesin olarak söylenememektedir.
Lutai (1992) Rusya’nın Ust Ilimsk
bölgesinde büyük çaplı bir epidemiyolojik araştırma yürütmüştür. Bu araştırma
farklı TÇM oranlarına sahip iki ayrı yörede 7658 yetişkin, 562 çocuk ve 1582
hamile kadın üzerinde hastalanma ve fiziksel gelişim üzerinde odaklanmıştır.
Yörelerden birine düşük mineral içerikli su (ortalama değerler: TÇM 134 mg/l,
kalsiyum 18,7 mg/l, magnezyum 4,9 mg/l, bikarbonatlar 86,4 mg/l); diğerine ise
mineral içeriği yüksek su tedarik edilmiştir (ortalama değerler: TÇM 385 mg/l,
kalsiyum 29,5 mg/l, magnezyum 8,3 mg/l, bikarbonatlar 243,7 mg/l). Suda bulunan
sülfat, klorür, sodyum, potasyum, bakır, çinko, mangan ve molibden seviyeleri
de tespit edilmiştir.
İncelenen iki nüfus arasında yeme
alışkanlıkları, havanın kalitesi, toplumsal koşullar ve ilgili yörede ikamet
süresi açısından fark bulunmamaktadır. Düşük mineral içerikli su tedarik edilen
nüfusta guatr, yüksek tansiyon, iskemik kalp hastalığı, gastrik ve duodenal
ülser, kronik gastrit, kolesistit ve nefrit vakalarında artış gözlenmiştir. Bu
yörede yaşayan çocuklarda fiziksel gelişimin daha yavaş seyrettiği, büyüme
bozukluklarının daha fazla olduğu, hamile kadınların ödem ve anemiye daha sık
maruz kaldıkları görülmüştür.
Bu yörede yeni doğanlarda
hastalık oranı da daha yüksektir. En düşük hastalık oranı 30-90 mg/l kalsiyum,
17-35 mg/l magnezyum ve 400 mg/l TÇM (bikarbonat içeren sulardaki seviyeler)
içeren su ile ilişkilendirildi. Araştırmacılar bu nitelikteki suların
fizyolojik açıdan en uygun sayılabileceği sonucuna varmışlardır. Mineral
içeriği daha yüksek olan su aynı zamanda bikarbonat açısından da nispeten daha
zengindi; Lutai içme suyunda istenen bikarbonat seviyesinin 250-500 mg/l olması
gerektiğini öne sürmüştür.
Düşük mineralli su ile
hazırlanan yemeklerde kalsiyum,
magnezyum ve diğer temel
elementlerin yüksek oranda kaybı Yemek pişirmede kullanıldığında yumuşak suyun
gıda maddelerindeki (sebzeler, et, tahıllar) temel elementlerde ciddi kayba
neden olduğu anlaşılmıştır. Bu kayıplar magnezyum ve kalsiyum söz konusu
olduğunda yüzde 60’a varabildiği gibi, bazı mikro-elementlerde daha da yükselir
(örn. bakır % 66, mangan % 70, kobalt % 86). Buna karşılık, yemek pişirirken
sert su kullanıldığında bu elementlerdeki kayıp çok daha azdır; hatta bazı
durumlarda pişirilmiş yemeklerde kalsiyum içeriğinin arttığı bildirilmiştir
(WHO 1978; Haring ve Van Delft 1981; Oh ve diğ. 1986; Durlach 1988).
Besinlerin büyük kısmı yemekle
birlikte alındığından, yemek hazırlarken ve pişirirken düşük mineral içerikli
su kullanmak, bazı temel elementlerin toplam alımında önemli oranda
yetersizliğe yol açabilir; söz konusu yetersizlik bu tip suyun sadece içme
amaçlı kullanılmasında beklenenden çok daha fazladır. Pek çok kişinin mevcut
beslenme biçimi genellikle gerekli elementlerin yeterli miktarda alınmasını
sağlamamaktadır, bu yüzden de yemek hazırlığı ve pişirilmesi esnasında temel elementlerin
ve besin maddelerinin kaybına neden olabilecek her etmen bu kişilerin sağlığına
zarar verebilir.
Toksik metallerin yeme-içme
yoluyla alınma riskinin artması
Düşük mineralli su stabil
değildir, bu yüzden de temasa geçtiği materyalleri çözerek eritebilir. Bu tür
sular borulardan, kaplamalardan, depolardan ve konteynerlerden, hortumlardan ve
vanalardan metalleri ve bazı organik maddeleri daha çabuk emer, bazı toksik
maddelerle bir araya geldiğinde düşük emilimli bileşikler üretemediğinden de
olumsuz etkilerini bertaraf edemez. ABD’de 1993-1994 döneminde bildirilen içme suyu
kaynaklı sekiz kimyasal zehirlenme vakasından üçü bebeklerde kurşun
zehirlenmesiydi; bu vakalarda bebeklerin kanlarındaki kurşun seviyeleri
sırasıyla şöyleydi: 15 µ g/dl, 37 µg/dl, and 42 µg/dl. Tehlike sınırı 10
µg/dl’dir.
Her üç vakada da kurşun içme suyu
depolarının pirinç kaplamalarından ve kurşun lehimli ek yerlerinden sızmıştı.
Her üç tesisatta da sızma sürecini hızlandıran düşük mineral içerikli
sukullanılıyordu (Kramer ve diğ. 1996). Kanlarında en yüksek kurşun oranına
rastlanan iki bebek için mutfak musluğundan alınan ilk su örneğinde kurşun
seviyesi 495 ile 1050 µ g/dl aralığındaydı; üçüncü bebek için mutfak
musluğundan alınan su örneklerinde 66 µ g/dl bulunmuştu. Suda ve yemeklerde
bulunan kalsiyumun ve daha az olmakla birlikte magnezyumun antitoksik
özellikleri olduğu bilinmektedir.
Bu elementler, emilimi
yapılamayan bir bileşiğe yol açan bir reaksiyondan geçmek veya bağlanma
bölgelerine önce varmak suretiyle kurşun ve kadmiyum gibi bazı toksik
elementlerin bağırsaktan kana karışmasını engelleyebilirler Thompson 1970;
Levander 1977; Oehme 1979; Hopps ve Feder 1986; Nadeenko ve diğ. 1987; Durlach
ve diğ. 1989; Plitman ve diğ. 1989). Bu koruyucu etki hayli kısıtlı olsa da göz
ardı edilmemesi gerekir. Düşük mineral içerikli su tüketen nüfuslar, ortalama
mineral içeriğine ve sertlik seviyesine sahip su tüketenlere oranla, toksik
maddelere maruz kalma açısından daha fazla risk altında olabilirler.
Düşük mineralli suda olası
bakteri oluşumu Her tür su, kaynağında olsun boru şebekesinde mikrop üremesinin
sonucu olsun, bakteri bulaşmasına açıktır. Başlangıç ısılarının yüksekliği,
sıcak iklimlerde dağıtım şebekesinden geçen suyun yüksek ısıda olması, çöküntü
dezenfektanlarının olmayışı ve suyun temas ettiği materyalleri eritici niteliği
yüzünden “besin” açısından muhtemelen daha zengin olması boru hatlarında
bakteri oluşumunu kolaylaştırır.
Dezenfektan kullanılmaması
halinde tuzdan arındırılmış sularda da bu durum gözlenir. Sağlam bir arıtma
filtresinin her tür bakteriyi ortadan kaldırması gerekse de, 1992’de Suudi
Arabistan’da ters osmoz işleminden geçirilmiş su kaynaklı tifo salgınının da
gösterdiği gibi, bu yöntem (belki de sızmalar yüzünden) yüzde yüz etkili
olmayabilir (alQarawi ve diğ. 1995). Çeşitli ev tipi su arıtma cihazlarından
geçirilen sularda bakteri bulaşma riski Geldreich ve diğ. (1985) ve Payment ve diğ.
(1989, 1991) tarafından yapılmış çalışmalarda da ortaya konmaktadır.
Prag’da bulunan Çek Ulusal Kamu
Sağlığı Enstitüsü [Czech National Institute of Public Health] (NIPH, 2003) içme
suyu ile temas etmesi öngörülen ürünleri güvenlik testinden geçirerek ters
osmoz ünitelerindeki basınç tanklarının bakteri üremesine açık olduğunu ortaya
çıkarmıştır. Bu tankların yüzeyinde bakteri oluşumuna müsait bir lastik tabaka bulunmaktadır.
3. MİNERALLERDEN ARINDIRILMIŞ
İÇME SUYUNDA İSTENEN
MİNERAL İÇERİĞİ
Minerallerden arındırılmış suyun
aşındırıcı gücü ile düşük TÇM içeren suyun tüketimi ve dağıtımına bağlı sağlık
riskleri içme suyundaki asgari ve en uygun mineral içeriği hakkında
tavsiyelere, daha sonra da bazı ülkelerde ilgili yasal veya teknik
yönetmeliklerde içme suyu kalitesi hakkında zorunlu değerler tespit edilmesine
yol açmıştır. Organoleptik nitelikler ve susuzluğu giderme kapasitesi de bu
tavsiyeler dahilinde ele alınmıştır. Örneğin, gönüllü insan deneyleri (WHO
1980) fizyolojik gereksinimleri en iyi karşılayan su sıcaklığının 15-350 C
aralığında olduğunu göstermiştir. 350’nin üzerinde veya 150 C’nin altındaki sıcaklıkların
su tüketiminde düşüşe neden olduğu gözlenmiştir. TÇM oranı 25-50 mg/l
aralığındaki su ise tatsız olarak nitelendirilmiştir (WHO 1980).
1980 tarihli WHO raporu
TÇM oranı düşük içme suyunun
etkisiyle tuzlar vücuttan süzülür. Sadece tuzlardan tamamen arındırılmış
sularda değil, TÇM oranı 50-75 mg/l aralığında olan sularda da su-tuz
dengesinin başkalaşması gibi olumsuz etkiler gözlendiği için 1980 WHO raporunu
hazırlayan ekip içme suyunda TÇM oranının 100 mg/l olması gerektiğini
belirtmiştir. Ekip, aynı zamanda, klorür-sülfatlı sularda TÇM oranının 200-400
mg/l, bikarbonatlı sularda 250-500 mg/l aralığında olmasını önermiştir.
Bu tavsiyeler fareler, köpekler
ve gönüllü insanlar üzerinde yürütülen kapsamlı deneysel araştırmalar sonucunda
saptanmıştır. Değerlendirilen sular arasında Moskova musluk suyu, yaklaşık 10
mg/l TÇM içeren tuzdan arındırılmış suyun yanı sıra laboratuar ortamında
hazırlanmış sular bulunmaktadır; laboratuar ortamında hazırlanmış sular 50,
100, 250, 300, 500, 750, 1000, ve 1500 mg/l TÇM oranına sahiptir ve şu
maddeleri belirtilen miktarlarda içermektedir: Cl (% 40), HCO3 (% 32), SO4 (%
28) / Na (% 50), Ca (% 38), Mg (% 12).
Sağlık açısından doğabilecek pek
çok sonuç da incelenmiştir, bunlar arasında şunlar sayılabilir: Vücut ağırlığı dinamikleri,
baz ve nitrojen metabolizması, enzim aktivitesi, su-tuz dengesi ve düzenleyici
mekanizması, vücut dokularının ve sıvılarının mineral içeriği, hematokrit ve
ADH [anti diüretik hormon] aktivitesi. En uygun TÇM oranı olumsuz etkiler ile
insanlar, köpekler veya fareler üzerindeki menfi değişimlerin en az görüldüğü,
organoleptik niteliklerin ve susuzluk giderme vasıflarının iyi olduğu, suyun
aşındırıcılığının düşük olduğu vakaya göre belirlenmiştir.
Ekip (WHO 1980) TÇM seviyelerinin
yanı sıra tuzlardan arındırılmış içme suyunda asgari kalsiyum miktarının 30
mg/l olmasını tavsiye etmiştir. Bu seviyelerin saptanmasında sağlıksal
endişeler temel alınmış, bunlar arasında da en önemli etkiler kalsiyum ve
fosfor metabolizmasında meydana gelen hormonsal değişimler ve kemik dokusunda
mineral saturasyonunun düşmesi olmuştur. Ayrıca, kalsiyum içeriği 30 mg/l’ye çıkarıldığında
tuzdan arındırılmış suyun aşındırıcı niteliğinin hayli azaldığı ve suyun daha
stabil olduğu gözlenmiştir (WHO 1980). Ekip (WHO 1980), ayrıca, kabul
edilebilir organoleptik vasıflar, aşındırıcılığın azalması ve tavsiye edilen
asgari kalsiyum seviyesinde denge konsantrasyonu için gereken asgari düzey
olarak 30 mg/l değerinde bikarbonat iyon içeriği önermiştir.
Son dönemdeki tavsiyeler
Daha yakın tarihli çalışmalar
minerallerden arındırılmış suda bulunması gereken asgari ve en uygun mineral
oranları hakkında daha fazla bilgi sağlamıştır. Örneğin, farklı sertliklerde su
içmenin 20-49 yaş dilimindeki kadınların sağlık durumu üzerindeki etkisi Güney
Sibirya’da dört ayrı kentte yürütülen, biri 460 diğeri 511 kadını kapsayan iki
ayrı epidemiyolojik grup araştırmasının konusu olmuştur. (Levin ve diğ. 1981; Novikov
ve diğ. 1983). A kentindeki su en düşük kalsiyum ve magnezyum seviyelerinde sahipti
(3,0 mg/l kalsiyum ve 2,4 mg/l magnezyum). B kentindeki su biraz daha yüksek
oranlar içeriyordu (18,0 mg/l kalsiyum ve 5,0 mg/l magnezyum). En yüksek
oranlar C kentinde (22,0 mg/l kalsiyum ve 11,3 mg/l magnezyum) ve D kentindeydi
(45,0 mg/l kalsiyum ve 26,2 mg/l magnezyum).
A ve B kentlerinde yaşayan kadınlarda, C ve D kentlerinde yaşayanlara kıyasla, kalp ve damar hastalıkları (EKG ölçümleri doğrultusunda), yüksek tansiyon, somatoform otonom işlev bozuklukları, baş ağrısı, baş dönmesi ve osteoporoz (X-Ray Absorbsiyometri ölçümleri doğrultusunda) vakalarına daha sık rastlanmıştır. Bu sonuçlar içme suyunda asgari magnezyum içeriğinin 10 mg/l, asgari kalsiyum içeriğinin 1980’de (1980 WHO) tavsiye edilen 30 mg/l yerine 20 mg/l olması gerektiğini düşündürmektedir. Şu anda elde bulunan veriler ışığında, muhtelif araştırmacılar içme suyunun kalsiyum ve magnezyum içeriği ile sertlik düzeyinin aşağıda belirtilen seviyelerde olmasını tavsiye etmektedirler:
• Magnezyum: asgari 10 mg/l
(Novikov ve diğ. 1983; Rubenowitz ve diğ. 2000) ve en uygun yaklaşık 20-30 mg/l
(Durlach ve diğ. 1989; Kozisek 1992);
• Kalsiyum, asgari 20 mg/l
(Novikov ve diğ. 1983) ve en uygun yaklaşık 50 (40-80) mg/l (Rakhmanin ve diğ.
1990; Kozisek 1992);
• Suyun toplam sertliği: toplam kalsiyum ve magnezyum içeriği 2-4 mmol/l aralığında olmalı (Plitman ve diğ. 1989; Lutai 1992; Muzalevskaya ve diğ. 1993; Golubev ve Zimin 1994). Bu konsantrasyonlarda sağlık üzerinde olumsuz etkiler gözlenmemekte veya asgari düzeyde gözlenmektedir. Söz konusu istenen veya en uygun konsantrasyonlarda içme suyunun sağlık üzerinde azami koruyucu ya da faydalı etki sağladığı görülmüştür.
Önerilen magnezyum seviyeleri
kalp ve damar sistemi üzerinde görülen etkilere dayanırken, kalsiyum mekanizmasında
ve kemikleşmede görülen değişimler önerilen kalsiyum seviyesinin
belirlenmesinde temel oluşturmuştur. En uygun sertlik seviyesi aralığı ise,
sertlik seviyesi 5 mmol/l üzerinde olan su temin edilen nüfuslarda safra kesesi
taşları, böbrek taşları, üriner sistem taşları, eklem romatizması ve eklem
hastalıkları riskinin arttığını gösteren verilerden elde edilmiştir.
Bu konsantrasyonlar öngörülürken
içme suyunun uzun süreli tüketimi göz önüne alınmıştır. Bazı suların kısa vadede
sağlığa yararlı endikasyonları açısından bu elementlerin daha yüksek
konsantrasyonları ele alınabilir.
İçme suyundaki kalsiyum,
magnezyum ve sertlik seviyeleriyle ilgili kılavuzlar ve yönetmelikler İçme Suyu
Kalitesi Kılavuzu’nun ikinci baskısında (WHO 1996) WHO kalsiyum ve magnezyumu
suyun sertliği çerçevesinde değerlendirmesine rağmen kalsiyum, magnezyum ya da
sertlik açısından asgari seviye veya azami limit tavsiyesinde bulunmamıştır. İlk
Avrupa Yönetmeliği (European Union 1980) yumuşatılmış veya tuzdan arındırılmış
su için asgari sertlik oranı saptamıştır ( 60 mg/l. Kalsiyum veya eşdeğer
katyonlar).
Bu oran bütün AET üyelerinin
ulusal mevzuatında zorunlu görünmekle birlikte, Aralık 2003’te yeni Yönetmelik (European
Union 1998) yürürlüğe girdiğinde önceki Yönetmelik geçerliğini yitirmiştir.
Yeni Yönetmelik kalsiyum, magnezyum ya da sertlik için bir koşul içermemektedir.
Öte yandan, üye ülkelerin kendi ulusal mevzuatlarına böyle bir koşul
koymalarını da engellememektedir. AB Üyesi Devletlerden sadece birkaçı (örn.
Hollanda) kalsiyum, magnezyum veya suyun sertliğini bağlayıcı bir zorunluluk
olarak ulusal mevzuatlarına dahil etmişlerdir. Bazı AB Üyesi Devletler (örn.
Avusturya, Almanya) ise bu parametreleri mevzuatlarına teknik standartlar (örn.
Suyun aşındırıcılığını düşürmekle ilgili önlemler) şeklinde daha alt düzeyde bağlayıcı
olmayacak biçimde eklemişlerdir.
Buna karşılık, AB’ye Mayıs
2004’te katılan dört Orta Avrupa ülkesinin hepsi, bağlayıcı hükümleri değişik
seviyelerde olsa da, kendi mevzuatlarında aşağıda belirtilen koşullara yer
vermiştir:
• Çek Cumhuriyeti (2004): Yumuşak
su için 30 mg/l kalsiyum ve 10 mg/l magnezyum; kılavuz seviyeleri 40-80 mg/l
kalsiyum ve 20–30 mg/l magnezyum (toplam sertlik: Ca + Mg = 2.0 – 3.5 mmol/l).
• Macaristan (2001): Sertlik 50 –
350 mg/l (CaO olarak); şişelenmiş içme suyunda, yeni su kaynaklarında,
yumuşatılmış ve tuzdan arındırılmış suda zorunlu olan asgari konsantrasyon 50
mg/l.
• Polonya (2000): Sertlik 60–500
mg/l (CaCO3 olarak).
• Slovakya (2002): Kılavuz
seviyeleri > 30 mg/l kalsiyum ve 10 – 30 mg/l magnezyum. Rusların pilotlu
uzay gemilerinde astronotun bulunduğu ortama ilişkin teknik standartlarında –
genel medikal ve teknik koşullar (Anonim 1995) – uzay gemilerinde içme amaçlı
geri dönüştürülmüş suyun niteliğiyle ilgili koşullar tanımlanmaktadır. Başka
koşulların yanı sıra, söz konusu su TÇM oranı 100-1000 mg/l aralığında olmalı
ve her kozmik uçuş için özel bir komisyon tarafından belirlenecek asgari
florür, kalsiyum ve magnezyum oranlarını içermelidir. Buradaki temel mesele
geri dönüştürülmüş suyu “fizyolojik değer”e kavuşturmak üzere mineral katkısının
nasıl yapılacağıdır (Skylar ve diğ. 2001).
SONUÇLAR
İçme suyu belirli temel
minerallerden (ve karbonatlar gibi başka unsurlardan) asgari seviyede
içermelidir. Ne yazık ki, son yirmi yıldır araştırmalarda içme suyunda bulunan
maddelerin faydalı ya da koruyucu nitelikli etkilerine pek ilgi
gösterilmemiştir. Araştırmalar ağırlıklı olarak kirletici maddeler ve bunların
toksikolojik nitelikleri üzerine yoğunlaşmıştır.
Öte yandan, bazı çalışmalar içme
suyundaki temel elementlerin ya da TÇM oranının asgari içeriğini saptamaya
çalışmış, bazı ülkeler içme suyu yönetmeliklerine belirli maddeler için
koşullar ya da kılavuzlar eklemişlerdir. Bunlar istisnai durumlar olmasına
rağmen, bu konu sadece içme suyunun tuzdan arındırılma suretiyle elde edildiği yerlerde
değil (yeterli ölçüde mineral eklenmemesi durumunda), ev tipi arıtmanın ya da
merkezi arıtmanın temel minerallerin oranını azalttığı ve düşük mineralli
şişelenmiş su tüketilen yerlerde de önem arz etmektedir.
Tuzdan arındırma suretiyle üretilen içme suyu bazı minerallerle dengelenmekle birlikte, ev tipi arıtma sonucunda minerallerden arınan su söz konusu olduğunda durum böyle değildir. Bazı suların bileşimi dengelendiğinde bile sağlığa fayda sağlayacak niteliğe ulaşmayabilmektedir. Tuzdan arındırılmış sular ağırlıklı olarak kalsiyum (kireç) ve başka karbonatlar ile desteklenmesine rağmen, magnezyum ile florür ve potasyum gibi diğer mikro-elementler açısından yetersiz kalabilmektedir ki bu durum doğal suların pek çoğu için de geçerlidir. Ayrıca, destek olarak katılan kalsiyum miktarı sağlıktan ziyade teknik kaygılara (mesela aşındırıcılığı azaltmak) dayanmaktadır.
Muhtemelen genellikle kullanılan mineral katkısı yöntemlerinden hiçbiri ideal sayılamayacaktır, zira su faydalı bileşenlerin hepsini birden içermemektedir. Mevcut dengeleme yöntemleri öncelikle mineralden arındırılmış suyun aşındırıcı etkilerini azaltmaya yöneliktir. Mineral katkısı yapılmamış mineralsiz su, ya da düşük mineral içerikli su – içindeki temel minerallerin önemli oranda eksik olması veya hiç olmaması nedeniyle – ideal içme suyu sayılmamaktadır; bu yüzden de düzenli tüketilmesi bazı faydalı besinlerin yeterli seviyede alınmasını sağlayamaya bilmektedir.
Bu bölüm bu sonucun gerekçesini
ortaya koymaktadır. Minerallerden arındırma oranı yüksek sulara ilişkin
deneysel sonuçlar ve gönüllü kişiler üzerindeki bulgular çerçevesinde ortaya
çıkan kanıtlar çoğunlukla daha eski çalışmalarda bulunmaktadır ki bunlar da günümüzde
geçerli olan metodolojik ölçütlere uygunluk göstermeyebilmektedir. Öte yandan,
bu bulgular ve sonuçlar göz ardı edilmemelidir. Bu çalışmaların bazıları
türünün tek örneğidir; müdahaleci çalışmalar ise, her ne kadar yürütülmemiş
olsa da, bilimsel, finansal ve etik açıdan günümüzdeki kadar uygun olmazdı. Öte
yandan, söz konusu çalışmalarda kullanılan yöntemler elde edilen sonuçları
geçersiz kılacak kadar tartışmalı değildir. Minerallerden arındırılmış ya da
düşük mineral içerikli su içmekten kaynaklanan sağlık riskleri üzerine yapılan
daha eski klinik ve hayvansal çalışmalar hem birbiriyle hem de daha yakın tarihlerde
yapılan çalışmalar ile tutarlı sonuçlar ortaya koymuştur, yakın tarihli
çalışmalar da genellikle destekleyici niteliktedir.
Kalsiyum ve magnezyum içeriği
yetersiz su içmenin sağlık açısından riskler doğurabileceğini doğrulamak için
yeterli kanıt artık mevcuttur. Pek çok araştırma daha yüksek magnezyum
seviyelerinin KVH [kalp ve damar hastalıkları] ve özellikle de KVH kaynaklı ani
ölüm riskini düşürdüğünü göstermektedir. Farklı bölgelerde (farklı nüfuslarla),
farklı zamanlarda ve farklı araştırma tasarımları ile yürütülen epidemiyolojik çalışmalarda
bu ilişki bağımsız bir biçimde tanımlanmıştır. Tutarlı epidemiyolojik gözlemler
otopsi, klinik deneyler ve hayvanlar üzerinde yürütülen çalışmalardan toplanan
verilerle desteklenmektedir.
Magnezyumun koruyucu etkisinin
biyolojik olasılığı çok yüksek olmakla birlikte, KVH’nın multifaktöryel
etyolojisi (nedenlerinin birden çok faktöre dayanması –ç.n.) sebebiyle
özgüllüğü bu kadar net değildir. Ani ölüm riskinin artmasının yanı sıra,
magnezyum içeriği düşük su içmenin motor nöron hastalığı, hamilelikte görülen
sorunlar (preeklamsi olarak bilinen durum ve ani bebek ölümleri) bazı kanser
türleri riskinin yükselmesiyle ilişkili olduğu öne sürülmüştür.
Yakın tarihli çalışmalar yumuşak
su, yani kalsiyum içeriği düşük su tüketiminin çocuklarda kemik kırılmaları,
bazı nörodejeneratif hastalıklar, erken doğum, düşük doğum kilosu ve bazı kanser
türleri riskinin artmasıyla ilişkili olduğu ileri sürmektedir. Ayrıca, sudaki
kalsiyumun KVH oluşumundaki olası rolü de göz ardı edilemez. İçme suyu
kalitesinden sorumlu uluslararası ve ulusal yetkililer kalsiyum ve magnezyum
gibi temel elementler ile TÇM için asgari içerik seviyesini belirleyen tuzdan
arındırma kılavuzları hazırlamayı düşünmelidirler.
Bu tür kılavuzların hazırlanması için ek çalışmalar yapılması gerekmesi halinde, söz konusu yetkililer bu alanda sağlık açısından faydalar üzerinde duracak özel amaçlı araştırmaları öne çıkarmalıdırlar. Minerallerden arındırılmış suda bulunması gereken maddeler için kılavuzlar hazırlanması durumunda, yetkililer bu kılavuzların ev tipi arıtım cihazlarının kullanımını ve şişelenmiş suları da kapsamasını sağlamalıdırlar.
Kaynak WHO: 9241593989_eng.pdf (who.int) Sayfa 157 den sonra